16 Kasım 2016
Yaşadığımız hayatta dünyevi hedeflere ulaşma yolunda aşırı bir çaba söz konusu. Herkes birtakım hedefler peşinde bıkmadan usanmadan koşuyor, ulaştığında tatmin olacağını sanarak. Oysa sözde başarılan hedefler, hemen bir yenisini doğuruveriyor, bir türlü ölmek bilmeyen bir canavar gibi. Hem de bu sefer ulaşması daha zor bir hedef ortaya çıkıveriyor ki, egosu, farkındasız kişinin zihnini sürekli meşgul tutabilsin. Kısacası hedefler konusunda sonuç hep hüsran: başaramayınca hayal kırıklığı ve kırgınlık hissi, başarınca daha da kötü, sonu olmayan bir girdapda bilinçsizce savrulan zihinler…
Bunların hepsi aslında sevginin gücünün ikinci plana itilmesinden kaynaklanıyor. Kalbimizle değil zihnimizle var olmamız öğretildi hepimize. Ancak başarıyla mutlu olabileceğimiz, aklımızla özdeşleşmemiz gerekliliği, zira sadece onlar sayesinde var olabileceğimiz çakıldı bilinçaltlarımıza. Oysa artık yeni dünya düzeninde kalplerde, koşulsuz sevginin mekânında “gerçek” yaşamı tatmaya başlamanın zamanı geldi.
Peki nedir koşulsuz sevgi? Nasıl olabilir ki hiçbir şey beklemeden, karşılık almadan sevebilelim? Dualite evreninde her şeyin bir karşılığı var, çünkü kavramlar üzerine kurulu sanal bir gerçekliği deneyimliyoruz. Ve bu kavramların hiçbiri gerçek değil, çünkü ancak zıtlarıyla beraber (hatta zıtları sayesinde) var olabiliyorlar. Kötü olmadan iyiyi tanımlayabilir misiniz? Ama bir şey, tek bir şey var ki, onu zıddı, karşılığı yok. O da koşulsuz sevgi, tüm varoluşun hammaddesi, özü, atomu, zerresi. Koşulsuz sevginin zıddı olamaz çünkü koşulu yok. Koşullu var olabilen her şey geçicidir, dolayısıyla gerçek olamaz. Gerçek ise koşulsuzdur, şartlara bağlı değildir.
O her şeyi kapsayan evrensel kümedir, mutlak, saf ve değiştirilemez. Karşılık bekleyen ise egodur, modern dünyanın tanımladığı “aşk” da diğerini sahiplenme duygusu üzerine temellendirilmiş sevginin aynen yanıtını bekler diğerinden. Gelmediği zaman da erir biter. Karşılık bulamadığı zaman kırılan kalp değil, egonun ta kendisidir aslında.
Peki “nasıl”ın cevabını mı arıyorsunuz? Nasıl koşulsuzca sevebilirim ve karşılığında da sevilebilirim? O zaman bazı sorulara odaklanmak gerekebilir, biraz rahatsızlık hissetirse de. Örneğin, en son ne zaman birinin gözlerine, onu hiç eleştirmeden, derinden anlamaya çalışarak ve hiçbir olumsuzluk görmeden bakabildiniz? Ne zaman aslında onun mükemmel bir bütünün mükemmel bir parçası olarak doldurulamaz bir yeri olduğunun farkına vardınız? Ve siz de aynı bütünün aynı eşsizlikteki bir parçası olarak onunla en başından beri bir bağlantıda olduğunuzu hissettiniz? En son ne zaman karşınızdakini sadece “var olduğu” için sevebildiniz, onun varlığına şükran duyabildiniz? Onun gibi birinin var olma ihtimalinin gerçekleştiği bir evreni deneyimleme hissi içinizi ısıttı mı hiç? Hiçbir karşılık beklemeden sevmenin sadece bir günlüğüne keyfine varmaya cesaret edebilir misiniz?