Var olan eğitim sistemi nedeniyle çocuklar hangi psikolojik sorunlarla karşı karşıya kalabiliyor?
Mevcut eğitim sistemi dâhilinde çocuklarımızda rastladığımız iki önemli konu ön plana çıkıyor, ilk başarı baskısı ve bunun devamında başarısızlık kompleksi, diğeri ise yaşanan boşluk, anlamsızlık hissi. Aslında bu iki konu da ayrıca iç içe geçmiş durumda, burada boşluk hissinden kastım, çocukların kendileri ile ilgili farkındalıklarıdır. Ne eğitim sistemi ne de anne baba çocuğa kendisini tanımasına yönelik bir yetiştirme tarzında olmadıkları için çocuk bir süre sonra ister istemez boşluğa düşüyor. Tüm bu bilgisayar ve cep telefonu merakı ve hatta bağımlılığının da sebebi budur. Kendisine en yakın gelen ve büyük beceriyle içinde bulunabildiği sanal ortam çocuğa yapay bir kişilik katmakta, hayatını anlamlandırmakta ve bir nevi boşluğunu doldurma sürecinde kritik bir yanılgı yaratmakta. Cep harçlığını oynadığı oyundaki kahraman kıyafet almaya tercih eden gencin yapmaya çalıştığı şey, gerçek hayattaki kişiliksizliğe anlam katmaya çalışmaktan başka bir şey değildir. Böyle bir psikolojik açmazdaki genç bir taraftan ergenlik sorunları ile uğraşırken bir de üstüne üstlük anlaması değil “öğrenmesi” hatta “ezberlemesi” istenen derslerde başarılı olması ve arkadaşlarından üstün performans göstermesi beklenince ortaya çok dramatik olaylar çıkabiliyor. Hayat daha da anlamsızlaşıyor.
Velilerde en sık hangi hatalı yaklaşımları gözlemliyorsunuz?
En sık yapılan hata çocuğu anlamaya çalışmadan, onun ayakkabılarını giyip onun gözlüklerini takmadan sorunlara yaklaşmak ve çözüm bulmaya çalışmaktır. Bir gencin sorunun çözebilmek için önce o genç olmalısınız, en üst seviyede empati kurmalısınız. Oysa ebeveynler (kendileri de yetiştirildikleri şekliyle) çocuklarına sürekli bir şeyler öğretmeye çalışıyorlar, tabii kendi bildiklerini, daha doğrusu kendi doğru bildiklerini, kendi hayat görüşlerini onlara dayatıyorlar. İstiyorlar ki çocukları kendilerinin birer minik kopyası olsun, hatta kendi yapamadıkları özlemlerini, başarılarını çocuklarında hayata geçirmeye çalışıyorlar. Onların kendilerinden apayrı karakterini, içine doğdukları dünyanın farklılıklarını ve en önemlisi de kuşak farkını çoğunlukla gözden kaçırıyorlar. Suçlama, eleştiri ve yargı çokça kullanılıyor ve bu da çocuk üzerindeki baskıyı daha da yükseltmekten başka bir işe yaramıyor. Çocuğa yardımcı olmanın en önemli adımı, ki bizimde koçlukta yaptığımız tamamen budur, onun tarafına geçmek, onu derinden anlayarak yaşadığı problemlere bakmaktan geçer.
Elinizde olsaydı Türkiye’deki eğitim sistemini nasıl tasarlardınız? Bu hayale en azından yaklaşabilmek için ailelere önerileriniz neler?
Okullar gençleri rekabete dayalı kapitalist sisteme hazırlıyor, onun için tek başına okulları değiştirmek yeterli olmayacaktır. Ama yine de bence eğitim sisteminin yeniden ele alınmasının vaktinin geldiği de çok açıktır, sadece Türkiye’de de değil, tüm dünyada. Farklı ve çok yapıcı modellere de rastlanmaya başlandı bile, hepsinin ortak noktası öğrencinin bilgi değil, bilinç seviyesinin artışına odaklanmakta olmalarıdır. Her öğrencinin farklı bir birey olarak ele alındığı ve ana amacın da dışarıyı öğrenmeden önce çocuğun önce kendisini öğrenmesi, yani kendisini tanıması, yeteneklerini, meraklarını, heyecanlarını, yaratıcılık alanlarını derinden keşfetmesine odaklanan bir eğitim sistemi farkındalık artışına katkıda bulunabilir. Herkesin aynı kabul edilerek aynı eğitime tabi tutulduğu bir sistem topluma çeşitlilik ve zenginlik katamayacağı gibi, daha da kötüsü yukarıda bahsettiğimiz gibi ciddi psikolojik sorunları olan bir gençliğin yeşermesine de yol açmakta. Çocuklarımıza sadece maddiyatın önemli olduğu ve hayatın ulaşılması gereken hedeflerden ibaret olduğunu öğretmekten vazgeçmemiz lazım. Onların içsel zenginliklerinin farkına varmaları ve gerçek mutluluğun tamamen manevi huzur ile gerçekleşebileceği deneyimlemeleri gerekiyor. Bunun için de çocuğun kendisini tanımasına yönelik “yetenek avcısı” programlarının ve çok çeşitlendirilmiş seçmeli derslerden yaratılmış bir programın yanı sıra nefes ya da derin düşünme seansları gibi içe dönüş uygulamalarının da müfredata eklenmesi gerektiğine yürekten inanıyorum.
Çocuğu okula başlayana kadar eğitim sistemini kötüleyip birinci sınıftan itibaren bu sistemin bir parçası haline gelen aileler var. Nasıl yorumluyorsunuz bu durumu?
Anne babalar tam anlamıyla çaresizlik içerisindeler, bana ulaşan annelerin net olarak söyledikleri tespit bu. Bir tarafta okul, diğer tarafta değerli çocukları. Ne kadar eleştirsek de okulun bir çocuğun hayatına kattığı çok önemli faydalar mevcut, her şey bir tarafa okul çocuğun sosyallik kazandığı, hayatı tanıdığı, hem iyi hem kötü arkadaşlar edindiği, onlardan ne yapması ve ne yapmaması gerektiğini öğrendiği bir ortam. Öğrenmek, merakları gidermek, iştahla tutkuların farkına varmak çok güzel, hayat da zaten başlı başına bir öğrenme süreci değil mi ki? Ama önemli olan tabii ki önce kendimizi tanımaktır. Kendimizi tanımadan öğreneceklerimiz, üzerimize yakışmayan bir kıyafet gibi olacaktır, hem giyene hem de çevresine rahatsızlık verecektir. Okuldan kaçamayız, zaten kaçmamıza da gerek yok. Çocuklarımızın yanında olalım, onların kendilerini ifade edebilecekleri bir yaşam kurmalarına yardımcı olalım, okulda çok başarılı olmaları gerekmiyor bunun için, dolayısıyla başarı baskısını bir faydası yok. Çocukları okuldan keyif içinde ve stressiz bir şekilde alacaklarını alsınlar, güzel arkadaşlıklar edinsinler, kendilerini keşfedip peşinden gidecekleri anlamlı bir hayatın temelini atabilsinler, önemli olan budur.Anne-babaların “Varsın çocuğum dersleri vasat olsun” demesine sistem de izin vermiyor. “Ben çocuğumun içindeki cevheri keşfetmesini bekliyorum” deseniz çocuğunuzun okula (özel okul) kaydı yapılmaması bile mümkün. Nasıl bir duruş sergilemek lazım?
Bir ebeveynin çocuğunun sağlıklı yetişmesi ve eğitimi süresince göstereceği en önemli ve belki de tek duruş, çocuğuna güvenmek, onun kendilerinden farklı bir birey olduğunu kabul ederek gerçek özünü keşfederek yansıtabileceği bir ortam yaratmaktır. Kendisinin derinden farkına varan çocuk zaten kendi hayatının sorumluluğunu alarak gerisini halledecektir, ders çalışılması gerekiyorsa çalışacaktır, hatta sevmediği dersleri bile. Okulda başarılı olmak nedir ki? Hayatla barışık, ne istediğini bilen bir çocuğun zihin potansiyeli de o kadar genişleyecektir ki, bu genişleme hem anlama hem de hafıza kabiliyetlerine çok olumlu katkı yapacaktır. Dolayısıyla okulda başarılı olma süreci çok daha kolay, dahası eğlenceli bir hal alacaktır. Çocuğun kendini hayata özgürce yansıtma yolunda okul süreci basit bir kilometre taşından ibaret hale gelecektir ve çocuğun içsel motivasyonu onu kolaylıkla, çok fazla çaba harcamasına bile gerek kalmadan başarıya taşıyacaktır. Öncelikle rahat olmak ve hayata güvenmek gerekiyor. Kendini tanıyan çocuk hayata sonsuz bir anlam katacaktır zaten. Kendini derinden bilen, cevherini keşfetmiş ve onu işleyerek mücevher haline getirmeyi kafaya koymuş bir çocuğun önünde hiçbir engel duramayacaktır. Aklımız sanılanın aksine bizim gerçek potansiyelimizi kısıtlıyor, stres ve endişe başarılarımızı engelliyor. İçe dönüş teknikleri çocuğun kendini keşfetmesine olanak vermekle kalmıyor, aynı zamanda onun anlama, kavrama ve hatırlama kabiliyetlerini de çok yükseltiyor. Hayata anlam katmış çocuk, okula da anlam katar kolaylıkla, tüm dersleri de sever. Daha da önemlisi başarılı olur hem de strese ve baskıya hiç gerek duymadan.
Çocuğun üstüne gitmemek ile onu tembelleştirmemek arasındaki dengeyi nasıl kuracağız?
Bu dengeyi kurmak anne babanın görevi değildir, buna çaba sarf etmek de doğru değildir ve kalıcı bir sonuç da vermeyecektir. Çocuğun üstüne gitmek doğru değil, çocuğunuz hiçbir şeyi siz ya da başka biri istiyor diye yapmamalı. O içinden geldiği şekilde davranmalı, bazen istemediği şeyleri de yapmak zorunda kalsa bile. Burada sorumluluk duygusu devreye giriyor, biz Türk ailelerinin çocuk yetiştirmede belki de en büyük eksikliği hissettiğimiz alan olarak. Özellikle Türk Halkı için konuşursak, biz adeta çocuklarımız için yaşıyoruz, onları meydana getirme sebebimiz onların mutlu ve iyi bir hayat sürmeleri. Ama gözden kaçan gerçek şu ki, aslında onların “bizim” istediğimiz hayatı sürmelerini istiyoruz, onları derinden dikkate almayı reddederek. Onların birçok sorumluluğunu da üstümüze alıyoruz, ne zaman ve ne kadar ders çalışması gerektiği de dâhil olmak üzere, hatta çoğu anne babalar çocuklarının derslerini kendileri yapıyorlar, sanki o ödevler kendi hayat ödevleriymiş gibi. Bunlar son derece sakıncalı yaklaşımlar, yapılması gereken çocuklarımıza çok küçük yaşlardan itibaren sorumluluk bilinci aşılayarak onun kendi hayatını kendi kararları ve seçimleri doğrultusunda kurmaya yöneltmekten geçiyor. Çocuk bir başkası söylediği için değil, onu kendi kimliğine bir adım daha yaklaştıran bir araç olarak gördüğü için ders çalışmalı ya da diğer tüm sorumluluklarını yerine getirmeli. Bunu yapmayan çocuk başarısızlığı deneyimlemeli, burada da anne baba yapıcı olmalı ve öğrenmesi gereken derslere odaklanmasını sağlamalı çocuğun.
Çocuğun yeteneklerine göre eğitim alması hangi yaşta başlamalı? Yeteneklerin ortaya çıkması için de aceleci olunduğunu gözlemliyoruz. Bütün kursları 3-4 yaşından itibaren sırayla denemeye başlayanlar var. Çocuklar bıkıyor…
İnsan hayatındaki yedi yıllık dönemler kritiktir, bunlar bilinç seviyesinin gelişimini temsil eder. Tahmin edebileceğiniz üzere ilk yedi yıl en kritik olandır, birçok bilinçaltı şartlandırmalar, aslında çocuğu temsil etmeyen inançlar ve duygusal travmalar genelde bu dönemde oluşurlar. Onun için bu dönemde çocuğu mümkün olduğunca kendi haline bırakmak gerekir ve çocuğa bir şeyler öğretmeye çalışmaktan ziyade onun kendi cevaplarını bulmasına yöneltmeye çaba göstermek gerekiyor. Yani çocuğa cevap vermek yerine karşı soru sormamız gerekiyor. Örneğin çocuğumuz bize “nasıl güzel resim yapabilirim?” diye sorduğunda ona güzel resim yapmanın “kendimizce” yolunu anlatmaktansa “sence nasıl güzel resim yapılabilir?” diye karşı soru sorarak eline fırçayı tutuşturmanız daha iyi olacaktır, çocuk deneyerek öğrenmeli. Burada ebeveynlere düşen en büyük görev adeta bir “yetenek avcısı” gibi çocuğun her halini uzaktan izlemeli ve onun duygu ifadesini takip etmelidirler, çocuk hangi durumda yüksek seviyede duygusal ifadeye giriyorsa, o işin peşine takılmak en doğru seçenek olacaktır.
Her şey ihtiyaçtan doğar. Öğrenci koçluğu hangi ihtiyaçtan doğdu?
Anne babalar kendi doğru bildiklerinin çocuklarını mutlu, huzurlu ve başarılı etmeye yetmediğinin farkına vardılar ve artık yardım ister duruma geldiler. Bana ulaşan birçok anne “her yolu denedim artık ne yapacağımı bilemiyorum” sözleriyle endişesini dile getiriyorlar. Annelerin denedikleri yollar hep kendi yolları, kendileri için geçerli olabilecek, onları temsil eden yollar. Ama çocuğa uygun düşmüyor ve dolayısıyla işe yaramıyor. Asıl ihtiyaç buradan doğuyor, ebeveynler gerçekten çocuklarına yardım etmek istiyorlar, onları çok sevdikleri su götürmez. Okul başarısından da vazgeçmiş durumdalar, “çocuğum mutlu olsun, istediği gibi bir hayat yaşasın yeter” bilincine eriştiler. Koçluk kavramını bu dönemde yükselten anlayış budur, çocuğu merkeze alan, ama ona bir şeyler öğretmektense, kendi gerçeklerinin farkına varmasını isteyen bilinç.
Siz kimsiniz, neler yapıyorsunuz? NLP destekli koçluk ne demek? Nasıl faydalar sağlar?
Ben iki yıldır kişisel gelişim alanında fiilen yer aldım ama zihinsel hazırlık ve disiplin aşaması önceki on yıla yayılır. Yirmi yıl profesyonel hayatta belirli görevlerde çalışıp garanti kazançlara alışmışken bir anda büyük bir değişiklikle, belirsiz bir alana atılmak ciddi bir zihinsel disiplin gerektiriyor. Ben makine mühendisiyim ama sadece etiket olarak, ruhen değil. Hiç mühendis olarak çalışmadım ama çalıştığım alanlar da beni hiç tatmin edemedim. Otuzlu yaşlarımın sonlarında yaşadığım derin farkındalık sayesinde başarıdan ziyade mutluluğun asıl amaç olması gerektiğinin farkına vardım. Ve kendi hayatımda yaşadığım bu çok önemli farkındalığın çocuk ve gençlerde ortaya çıkmasına adeta kendimi adadım diyebilirim. Çünkü en çok onların ihtiyacı var, üzerlerindeki baskı, onları “kim olduklarını keşfetmekten” ibaret olan hayat yolculuğunu keyifle yaşamalarından alıkoyuyor, kendilerini temsil etmeyen seçimler yapıyorlar. Benim uyguladığım öğrenci koçluğu programı gelenekselden farklı olarak, dersler ya da okul başarısından ziyade çocukların kendi gerçeklerinin farkına varmaları ile ilgili çok keyifli çalışmalardan oluşuyor. Hayata anlam katan, kendini yavaş yavaş keşfetmeye başlayan, ona zorla öğretilen şartlandırmalardan ve inançlardan kurtulmaya başlayan çocuk okulda da başarıyı bir anda kolaylıkla yakalamayı başarıyor, çünkü gerçek potansiyelini ortaya koymaya başlıyor. NLP (nöro linguistik programlama) ise özellikle bilinçaltı şartlandırmaları gibi değiştirilmesi gereken negatif algıların temizlenmesinde sürece büyük katkı yapan teknikler bütünü olarak tanımlanabilir.
Oğuz Akyıldız Kimdir?
Öğrenci Koçu ve NLP uygulayıcı Oğuz Akyıldız, Saint Benoit Lisesi’nin ardından İTÜ Makine Mühendisliği bölümünde eğitim gördü, İstanbul ve Koç Üniversitelerinde yüksek lisans programlarına katıldıktan sonra iş yaşamında saygın şirketlerde pazarlama yöneticiliği görevlerinde bulundu.
Akyıldız, başarılı bir eğitim ve iş hayatının ardından koçluk ve NLP eğitimleri vasıtasıyla kariyerinde yeni bir sayfa açarak kişisel gelişim alanına adım attı. Türkiye’deki genel şartları ve eğitim sistemini de dikkate alarak, önemli kararlar öncesinde özellikle en çok desteğe ihtiyaç duyulduğuna inandığı 12-22 yaş arası çocuklar ve gençlerle çalışmaya başladı. sendecevhervar.com sitesinin kurucusu olan Oğuz Akyıldız, her gencin kendisini dinleyecek ve derinden anlayarak empatik liderlik edecek bir koça ihtiyacı olduğunu söylüyor.