5 Mayıs 2016
Gerçekten şans diye bir şey var mı? Bazılarımız şanslı, bazılarımız ise şanssız mı doğup yaşıyor? Şansı değiştirmek mümkün mü, yoksa şans denen şey ruhumuza vurulmuş görünmez ve kalıcı bir damga mı? Kendi şansını yaratanlar hangi özellikleriyle diğerlerinden ayrışarak ön plana çıkıyor? Siz onlardan biri olabilir misiniz?
Şans kelimesine dikkatlice yaklaştığımızda tek başına kullanılırken olumlu çağırışım yapan bir kelime olduğu ve bu özelliği ile “tesadüf”ten ayrıştığı dikkatimizi çekebilir. Tesadüf ya da rastgelelik kavramları her iki yönde de çalışabiliyor ama şans pozitif bir anlam elde etmiş on binlerce yıllık insanlığın ortak bilincinde. Şanssız kelimesi bile sahip olunmayan “şans”a odaklanarak bir nevi olumlu algıyı devam ettirebilmiş. Yani şans hep tek taraflı çalışan bir kavram, sahip olana sadece iyilik, mutluluk ve bolluk getiren bir destek, şimdilik sahip olmayana da her an elde edilebilecek bir umudu simgeler gibi.
Peki, bu kadar olumlu, yani hayat ile, var oluş ile uyumlu bir “yaratım”ın, belirli bir bilincin eseri olabileceği ihtimalini neden görmezden gelmekte bu denli ısrar ediyoruz? Evet, şans bir yaratımdır, bilinçli ya da bilinçli olmadan yaratılan bir olgudur. Şansımızı bazen farkında olarak bazen de olmadan yaratabiliriz ve burada odaklanılması gereken konu birçoğunuzun şu an aklından geçtiği gibi “farkında olmadan yaratılıyorsa nasıl yaratacağım?” sorusundan ziyade, öncelikle şans yaratımının tamamen kişisel sorumluluk duygumuza bağlı olduğu gerçeğidir. Bu gerçeğin kabulü yaratımın ön şartıdır, bu gerçek kabul edilmeden şans yaratmak mümkün değildir çünkü hayatının sorumluluğunu almayan, karşılaştığı durumların sebeplerini kendinde hiç aramadan diğerlerine bağlayan ya da sürekli dış şartlara bağlı bahaneler uyduran birine hayatın şans tanıması beklenemez.
Bu kabulün ardından şansın yaratılabilmesi için öncelikle bir istek, bir niyet, içsel bir tutku gereklidir ve şans onu takip eden olumlu cevap olacaktır. Ama önce arzu gerekir, niyet gerekir, hem kendinin hem de bütünün hayrını düşünmeyi gerektirir, ve bu durum sanılanın aksine kolay olmaktan öte, büyük farkındalık gerektiren bir konudur. Ancak yaşamdaki durumunun, yaşanan her andaki duygu ve düşüncelerinin derinden farkındalığına olanlar içsel arzularının, yani onların tekâmülünde gerekli bir sonraki adım ihtiyaçlarının farkına varabilirler. Ve şansı yaratan da o niyetin ta kendisidir. Niyetin altında arzulanan durumun gerçekleşeceğine olan sarsılmaz inanç, durumun sonuçlarını deneyimleme ihtiyacı, her ne varsa, niyetin gücünü oluşturur ve şansı yaratır. Dolayısıyla şans bazı kişilere doğuştan atfedilmiş bir özellik değil, onların hayat deneyimlerinde o anki ihtiyaçlarının cevabını yaratan seçimlerin sonucudur. Eğer öyle olsaydı bu bazılarına büyük iltimas, diğerlerine ise büyük haksızlık olmaz mıydı? İçinizden bir ses “zaten öyle” diyorsa bilin ki bu egonuzdur.
İnsanların kendilerini çoğunlukla şanssız, bazı diğerlerini ise şanslı bulmaları hayata yapılmış büyük haksızlık ve saygısızlık. Ve bu kişilerde mutlaka kendini sevememe ve saygı duymama, değersizlik, iyiliği, bolluk bereketi hak etmeme gibi bir takım bilinçaltı kalıpları var. Şanslı olarak addedilen kişilerde de tam tersi olduğu gibi. Onlar inanırlar, şartsızca inanırlar. Onlar negatife değil hep olumluya odaklanırlar. Onlar geçmişin pişmanlıklarıyla didişmek yerine geleceğin olasılıklarını hayal ederler. Onlar kendilerini severler ve tüm iyilikleri hak ettiklerini bilirler. O yüzdendir ki yan yana iki lokantadan daha kaliteli servis veren değil, daha faaliyete geçmeden dükkânının müşterilerle dolup taşacağına yürekten inanan esnafı tercih eder müşteriler. Daha kaliteli servis verse de diğerinde itiraf edilememiş, henüz yüzleşilmemiş bir hak etmezlik duygusu vardır derinlerde.
Gelişmiş bir ülkede zengin bir ailenin çocuğu olarak doğan kişi de Afrika’da içecek su bulamadığı için hayatta kalma mücadelesi veren ya da sakat doğan çocuktan daha şanslı değil. Yaşam sonsuz, ebedi ve ezeli, ve her türlü farklı deneyimlerde farklı öğretiler var. Yaşam basit bir oyun, tek kuralı öğrenmek, daha da ötesi bilmek, hatırlamak. Aynı bilgisayar oyunlarındaki gibi farklı seviyelerde oynanıyor, bir seviyenin tüm detayları öğrenilene kadar yanmaya devam etmek de oyunun yapıcı kuralı. Bizim görevimiz de her seviyeye anlayışla yaklaşarak öğretileri içselleştirmek ve yeni seviyedeki yeni deneyime odaklanmaktan ibaret basitçe.
Bizi mutsuz eden, kızdıran ya da korkutan her şeyde olduğu gibi şans mevzuunda da aslında baş aktör egomuz. Aslında şans kelimesinin mucidi kendisidir, çünkü egonun bildiği birkaç bahane yönteminden biri -belki de en önemlisi- budur. Ego sebebi hep dışarıda arar, parmak hep suçluyu dışarıda gösterir. Egosu yüksek kişiler hiçbir zaman kendilerini eleştirmez, suçlu hep diğerleridir ve kendisi şanssızdır işte! Bu tip insanlar sahip oldukları hiçbir sorunu bu egoik bakış açılarıyla çözemezler.
Şansımızı (ve hayatımızı) yaratanın kendimiz ve tüm hayatımızın iç dünyamızın bir aynası olduğunun farkına varma dönemindeyiz bugünlerde. Şanssızlık olarak adlandırdığımız durumların yaratımındaki tüm duygusal süreçlerimizi dikkatle mercek altına almalıyız. Düşünce ve duygularımız bizim yegâne yaratım araçlarımızdır, onları temizlemeli ve istediğimiz gerçeklik deneyimine saf bilincimizle (negatif düşünce olmadan) kalpten inanarak odaklanalım artık. Şansını yaratanlara saygı gösterelim, onların gücünü kabul edelim ki ancak o zaman kendimizdeki yansımasını fark edebiliriz. Hepimiz eşit yaratıldık, kimsenin kimseye üstünlüğü/eksikliği, onlarda olup da bizde olmayan hiçbir şey yok ve olamaz. Donanımımız tam, potansiyelimiz sonsuz. Gözüken farklılıklar ise tamamen yaşanan deneyim ve bu hayattaki hayat amacımız (öğrenmemiz gereken konu) ile alakalı. Bu durumu sevgiyle kabul edip, aklımızla değil ama kalbimizle yaratmaya başladığımız an aklımızın ucuna bile gelmeyecek şanslar da bizi bulmaya hazır bekliyorlar…
Sevgiyle…