YENİÇAĞ İNSANI

7 Haziran 2016

Dünya her an değişiyor, başoyuncu insanın ortak bilinç seviyesine göre zıt kutuplarda dönüşüm geçiriyor. Çoğunlukla olumsuzluklar göze çarpıyor, hoşumuza gitmeyene odaklanmayı bilinçsizce alışkanlık edindiğimiz için. Artan savaşlar, toplum içi kutuplaşmalar, açlık ve açgözlülüğün birbirini doğuran sonsuz döngüsü. Ümitsizlik kaplıyor içimizi çoğu zaman, tüm dünyayı iyice bencilleşmiş insanın sahip olma hırsı yönetiyor gibi gözüküyor.

Ama güzellikler de var çokça, biraz daha yakından bakıldığında bizlere gülümseyen. Yeni enerji kaynaklarındaki gelişmeler insanlığın en büyük ihtiyacını daha ucuz ve ulaşılabilir hale getirecek çok kısa süre sonra. Tıp her gün ilerliyor, artık sadece hastalıkların gözüken sonuçlarına değil, sebeplerine de odaklanan bilim insanı sayısı artıyor. Beynimizin nasıl çalıştığını, nöronlar arası neredeyse sonsuz sayıdaki snaptik bağlantı ihtimalinin kişinin yaşamdaki yaratım gücüyle olan ilişkisi kuantum mekaniği çerçevesinde mercek altına alınıyor. Kuantum artık her yerde, her konuda birleştirici bilim olarak kabul ediliyor. Görünenle görünmeyen arasındaki bağın, yadsınamaz kanıtlarla ortaya konduğu kuantum kuralları insanlara gerçek güçlerini hatırlatmada önemli rol oynuyor.

Eski dünyanın dualite kuralları yenidünya düzeninde de işbaşında gözüküyor ve insanları iki ana başlık altında topluyor. “Yeni insan” ve “eski insan” olarak ayrışıyor insanlık artık değişen çağda. Daha doğrusu “yeniçağ insanı” tanımı, “geleneksel insan” tanımı karşısında belirginleşmeye, farklı bir “bilişsel ırk” olarak gözü kapalı kabul edilmiş öğretilere sıkı sıkıya bağlı insan bilincinden ayrışarak kabul edilmeye başlıyor. Yeniçağ insanı tanımını da yeniden ele almak gerekiyor bu aşamada, önce nerede olduğumuzu netleştirelim ki ileriye doğru yolumuz belli olsun.

Yeniçağ insanının tanımı, kişinin sahip olduklarından bağımsızlaşmış bir hal almıştır. Modernlik, dış dünyayla olan ilişki kalitesinden ya da sahip olunan imkân ve zenginliklerden ziyade, kişinin tamamen kendi iç dünyasındaki zenginliğin farkındalığına erişmesi ile bağlantılanmalıdır, doğru olan budur. Mutluluğu maddi başarılarda arayanların hayal kırıklığı bir anlamda modern yeniçağ insanının yaratıcısı olmuştur.

Hepimiz duygu dünyasında yaşıyoruz, tek gerçeğimiz hissettiklerimiz. Mutluysak sorun yok, her şey yolunda. Ama mutsuzken, keyifsizken, stresliyken yaşamla olan ilişkimiz bizi rahatsız eder hale geliyor. O andan bir an önce kurtulup bir sonraki ana ulaşmak istiyoruz, hayatın bize o an getirdiklerini reddediyoruz. Modern yeniçağ insanının tanımı da burada ortaya çıkıyor, yeniçağ insanı, olan her ne ise kabul ederek olumsuz duygulara olan tüm ihtiyacı ortadan kaldırmış, sadece olumlu duygularla yaşamda istediği adımları atarak pozitif yaratıma odaklanmış insandır.

Peki kişi nasıl elimine edebilir tüm bu olumsuz duyguları? Onlar birçoğumuzun hayatında bir anda kurtulamayacak kadar etkin gözüküyorlar öyle değil mi? Vurgulamak gerekirse, olumsuz duygulardan kurtulmaktan kastedilen bu duyguları bastırmak değildir kesinlikle! Bu durumu daha da kötüleştirecektir, o an hissedilen her ne duygu varsa onun bir şekilde ifade edilmesi gerekir, olumsuz bile olsa uygun yöntemle bünyeden hemen dışarı salıverilmelidirler. Aksi takdirde bunlar bilinçaltında birikip blokajlar oluşturarak daha büyük sorunlara yol açabilirler. Asıl konu duyguları bastırmak değil, bu olumsuz duyguların oluşmasına olan ihtiyacı ortadan kaldırmaktır. Oluştuktan sonra artık çok geçtir, önemli olan bu duyguların oluşmasına izin vermemek, daha doğrusu onların oluşma sebeplerinin farkına vararak bu sebeplerden özgürleşmektir. Bunun yolu da bu duyguların oluştuğu mekanizmayı gözden geçirerek sürecin tamamına ait farkındalıkla yaşamaktan geçiyor.

İnsanın deneyimlediği üç ana olumsuz duygu korku, üzüntü ve öfkedir ve tüm bu olumsuz duygular aslında zihinsel süreçlerden ortaya çıkmaktadır. Yani aslında gerçeği yansıtmamaktadırlar, tamamen yoktan yaratılmış (bir anlamda uydurulmuş) ego temelli duygulardır. Evet, kabul etmesi zor da olsa bizleri üzen, korkutan ya da kızdıran her duygu mutlaka zihnimizin, geçmişimizden esinlenen bir “hikayesi”ni içerir. Hiçbir olumsuz duygu kalpten yükselmez, hepsi zihinden yükselir. Kalpten yükselen tüm duygular olumludur, onlar bizim ilahi yanımızın yansımalarıdırlar. Örneğin aşk en ilahi duygu olarak tamamen kendiliğinden oluşur, yüreğimizden yükseliverir. Âşık olduğumuz birini ilk gördüğümüz anda “aklım durdu” dememizin sebebi de budur, orada zihin tamamen devre dışındadır, akıl durmuş ve tüm yönetimi (aslında bütün yaşam sürecimizde olması gerektiği gibi) kalbe devretmiştir.

Bunun tam tersine tüm olumsuz duygularda mutlaka aklımız devrededir, farkında olsak da olmasak da. Bu duyguların hepsinin milisaniyeler öncesinde mutlaka bir düşünce, bir yorum, eleştiri, suçlama ya da yargı vardır zihnimizce kontrolümüz olmadan yaratılmış. Tüm olumsuz duyguların öncesinde mutlaka bilinçaltı tarafından tetiklenmiş düşünceler vardır, bunun istisnası yoktur. Örneğin kızdığımız biriyle olan bir deneyime odaklandığımızda, düşüncelerin aslında tüm sürece hâkim olduğunu görebiliriz. Birine kızmadan evvel mutlaka onunla ilgili bir yorum yaparız, yaptığını kabul edemeyiz, aşağılanmış hisseder ve onu eleştirir, suçlarız. Çünkü bizim bildiğimiz doğrudur, biz haklıyızdır, o ise sorumsuz ve haksızdır.

Oysa karşımızdaki de mükemmel bir yaratım ifadesidir ve kendi bildiği, kendisine doğru geldiği şekilde davranmaktadır. Kızdığımız, göremediğimiz ise onun basitçe bizden farklı olduğudur. Örneğin bizi aşağılayan birine kızmadan az evvel zihnimizde “ne saygısız insan, bana bu şekilde davranmaya kesinlikle hakkı yok, o çok düşüncesiz, geçmişte de bu şekilde davranmıştı zaten, gelecekte de bunun yeniden olacağı kesin” benzeri düşünceler silsilesi ve sonrasında da öfke oluşur. Oysa o kişi bizden farklıdır, bizim gibi olmak zorunda da değildir, saygılı olmak (bizim değer algılarımıza göre) zorunda da değildir, aynı bizim de ondan farklı olduğumuz ve onun beklentilerine uygun davranmak zorunluluğumuz olmadığı gibi. Ve bizim gibi olmadığı, bizim gibi düşünmediği için onu yargılamanın ve ona öfkelenmenin aslında hiçbir anlamı yoktur, çözüme hiçbir katkısı yoktur. Birine öfkelenmek, yaşadığımız deneyimin istediğimiz şekle dönüşmesine yardım etmekten de öte, ondan daha da uzaklaştırır. Çünkü olumsuzluk olumsuzluğu körükler, aynı frekanstaki enerjiler birbirini besleyerek büyütür.

Aynı durum korku ve üzüntü için de geçerlidir, mutlaka öncesinde zihnimizce yaratılmış ve gerçek olmayan bir hikâye vardır. Olmayan korku beynimizin ilgili kısmı tarafından yaratılır, milyonlarca yıl evvel bizi yırtıcılardan korumayı görev edinmiş sürüngen beynimiz tarafından. O dönem korkuya ihtiyacımız vardı çünkü yırtıcılardan kurtulmanın tek yolu tehlikenin hızlıca farkına varmak ve kaçmak ya da savaşmaktı. Ama bugün korkunun bize tetikleyici hiçbir etkisi olmadığı gibi yapmamız gerekenlerden de alıkoyan bir tarafı var. Artık kocaman ön frontal cortexe sahip beynimiz sayesinde çok daha yaratıcı stratejiler geliştirebilme kapasitemizle her türlü tehdidi korkuya ihtiyaç duymadan atlatabilir zekâya sahibiz.

Geleneksel insan bütün bunların farkındalığında olmayan insandır ve artık kabuk değiştirmelidir. Yeniçağ insanı farklı duruşuyla anlaşılmalı ve yaşamın yeni perdesinde yönetime geçmelidir. Bunun için bu iki insan arasındaki farkların vurgulanması faydalı olacaktır.

Geleneksel insan beta beyin frekansında sempatik sinir sisteminin kontrolünde yaşayan, odağı sürekli dışarıda olan, her şeyi tehdit algılayarak stres yaşayan insandı, yeniçağ insanı alfa beyin frekansında parasempatik sinir sisteminin kontrolünde iç dünyasına odaklı olarak yaşam deneyimini sükûnetle ve her an coşkuyla sürdüren insandır.

Geleneksel insan adım atmak için korkuya ihtiyaç duyan insandı, yeniçağ insanı kendisine bahşedilmiş insanlık gerçeğine ulaşmak için sevgiyle adım atan insandır.

Geleneksel insan kontrolsüzce ve sürekli düşünen, düşünceye adeta esir olmuş ve onun yarattığı olumsuz hikâyelere inanarak hayatını korkuyla yaşayan insandı, yeniçağ insanı zihin dünyasında değil duyguların dünyasında yaşayan, egosunun farkında olarak onu yönetebilen, sadece beş duyusundan ve kalbinden gelen sezgilere odaklanan, araya zihninin girerek yorum katmasına izin vermeyen insandır.

Geleneksel insan hep olumsuza odaklanarak riskleri bertaraf etmeye çalışarak yaşayan insandı, yeniçağ insanı olumsuzluklardan kaçmaya değil, olumluya ulaşmaya, onu yaratmaya odaklanan insandır.

Geleneksel insan sadece geleceğini güvence altına almaya çalışan insandı, yeniçağ insanı evrene güvenen ve hayatı cesaretle yaşanacak bir macera alanı olarak gören insandır.

Geleneksel insan geçmişe pişmanlıkla bakan ve bundan kızgınlık duyan insandı, yeniçağ insanı geçmişten ders çıkartan ve öğrendiklerini cebine koyarak geleceğe doğru daha güçlü adımlar atabilen insandır.

Geleneksel insan yaşadığı anı kabul etmeyen ve hayata “tepki” veren insandı, yeniçağ insanı olan her neyse kabul eden ve sadece olumlu olasılıklara odaklanarak yaşanan ana “karşılık” veren insandır.

Geleneksel insan bencildi, koruma amaçlı olarak “sadece” kendisini düşünen insandı, yeniçağ insanı benci’dir, “önce” kendisini düşünen sonra bütünün hayrını göz önünde tutarak kararlar alan ve uygulayan insandır.

Geleneksel insan suçu hep karşıya atan, kurban rolünü benimseyen insandı, yeniçağ insanı her durumda kendi iç dünyasını değerlendiren ve dünyayı ya da diğer insanları değil, kendisini değiştirmeye odaklanan insandır.

Yeniçağ insanı olmaya doğru küçücük bir adım atmaya hazır mısın?

Sevgiyle...

Telefon : E-mail : iletisim@oguzakyildiz.com.tr Adres : UMAY Bilim Sanat Yaşam Merkezi
Öncü Sokak, Büyükhanlı Konutları B2 Blok
Kat:7, Daire:20-21 Suadiye
Copyright @ 2015 Oğuz Akyıldız